Sabahları beşte kalkıp on kilometre koşmayı ve ardından güne yoga yaparak başlamayı hep çok istedim.
Fakat tam tersine daha çok gece üretip, sabahları 8:30’da kalkıp, günde sadece 5-6 saat uyumayı tercih ettim.
Kendi sınırlarımın farkına varmak bazen beni üzse de bu yaşantımdan hiç vazgeçmedim.
İnsanın sınırlarını bilmemesi veya arasıra da olsa bunları yargılamaması yapılabilecek en büyük yanlışlık bence.
Sınırlarımı bilip, uzun süre boyunca yargılamadığımdan dolayı kendimi önceliklerime adadığımı gördüm.
Ve bir gün farkettim ki içinde bulunduğum ve yaşadığım durum tam anlamıyla; mükemmelliyetçilik.
Karşılaştırmalar, gerekenler, fazla düşünmeler aslında her biri mükemmelliyetçiliğin bir biçimi.
Bu biçimlerin hepsinin merkezinde ise tek bir faktör var; korku.
Bir işi doğru yapamama korkusu, aile yaşantını doğru yönetememe korkusu, arabanı kullanırken kaza yapabilme ihtimalinin korkusu…
Öyle bir korku ki sabahları yataktan kalkmadan ertesi güne kadar yatabilmeyi becerememe korkusu…
Eğer bugün bir dağın tepesinde oturup, içimdeki çocuğu keşfedemiyor ve huzuru bulmaya çalışmıyorsam; bu korkuyu iliklerime kadar hissediyorum demektir.
Bu yolda ödediğim bedellerin bana kazandırdıklarından daha fazla olduğunu bilerek, cesur olmamayı ama mükemmel olmayı seçiyorum.
Kusurları kapatmak adına elimden ne geliyorsa onu yapmaya çalışıyorum.
Fakat biliyorum ki aslında dünyanın en güzel şeylerinden biri kusurlarını sevebilmek, hata yapabileceğini kabul etmek ve bu hataları yaparken yer yer bundan zevk alabilmek.
Yaptığım her işte, yaşadığım her anda mükemmel olma isteği bana çok fazla yüksek beklentiler yüklemekte ve neticesinde sürekli kendimi eleştirmeme sebep olmakta.
Kendimce belirlediğim yüksek beklentiler, standartlar, yaptığım işi bir başkasına vermememe ya da verdikten sonra yapılan işi beğenmememe sebep oluyor.
Belki de erişilmesi mümkün olmayan konumlara umutsuzca erişebilme çabası benimki.
Mükemmelliyetçilik duygusu hepimizin hayata gerçek anlamda başlarken istediği fakat çoğumuzun yolun bir aşamasında vazgeçtiği bir duygu.
Bunu çocuklarımızı yetiştirirken istemeyerek de olsa yaşamıyor muyuz?
Severken bile başarı bekliyoruz, başarırsa daha çabuk kabulleniyoruz, takdir ediyoruz.
Böylelikle onlara verdiğimiz değer kadar onların kendilerine değer vermesini sağlıyoruz.
Bu da onlarda ileride oluşacak özgüven eksikliğini beraberinde getiriyor.
Ailesi, arkadaşları veya içinde yaşadığı toplum tarafından kabullenilmek isteyen çocuk kendini koruyabilmek adına mükemmelliyetçiliği seçiyor.
Çünkü mükemmel olursa onu daha çok sevecekler,
Mükemmel olursa onu herkes alkışlayacak ve yine mükemmel olursa kendisini eleştirilerden koruyabilecek.
Bugün çağımızın da hastalığı olarak adlandırılan bu mükemmelliyetçilik özelliğimiz tabi ki kendiliğinden oluşmuyor.
Bireylerin içinde bulundukları sosyal ve ekonomik ortamların oluşturduğu baskı ve beklentiler neticesinde kendilerini bu ve bunun gibi ortamlara bir nevi kabul ettirebilme çabası, bize mükemmelliyetçilik özelliğini kazandırmış durumda.
Bu özellik de sürekli herşeyi kontrol altında tutmaya çalışma sevdamızı ve kusursuza ulaşma çabamızı her geçen gün daha fazla tetikliyor.
Ayrıca günlük hayatımızda kafamızdan hiç çıkarmadığımız “yanlış yapabilme korkusu”, öğrenme yetimizi ve isteğimizi de bize kaybettiriyor.
O zaman niye bu sevda?
Nasıl vazgeçebiliriz bu özelliğimizden?
Şu sıralar kendime de belki en çok sorduğum soru.
Cevaplarını bilmeme rağmen ben yapamıyorum.
Yapmak istemiyorum.
Çözümü çok basit aslında.
Sadece düşün ve uygula.
Sigarayı bırakmak gibi bir şey.
Sana zarar verdiğini net bir şekilde görebiliyorsun ama bırakmayı istemiyorsun.
Mükemmel olma isteği de böyle birşey.
Beklentilerinin sebepsiz yere yüksek olduğunu, mükemmelliyetçiliğin depresyon için bir risk faktörü olduğunu biliyorsun ama bir türlü vazgeçemiyorsun.
Size ve kendime tavsiyem; mükemmel olmak için çaba harcamayın.
İşinizde en iyisi olmaya çalışmayın.
İnsanlar sizi yaptıklarınızda en iyisisiniz diye sevmez, zaten değer veriyorsa sevecektir.
Sizi sevmeyen kişiler de, neyi iyi yaparsanız yapın asla sizi sevmeyecek ve kabullenmeyecektir.
Zamanınızı daha çok ilişkilerinize harcayın.
En iyiyi yapmaktansa, ilişkilerinizde iyiyi kurgulayın.
Sürekli zamandan şikayet ediyorsanız işte o zaman ilişkilerinizin üzerinde biraz daha emek harcamalısınız.
Belki işinizde veya hayatınızda daha çok hatalar yapacaksınız ama bırakın bu hatalar size yön gösterici olsun.
Ne kadar çok hata yaparsanız, o kadar çok öğreneceksiniz.
Karşınıza mükemmeliyetçi kişilikte birçok insan çıkacak ve bu özelliklerinin onları her işte bir adım önde götürdüğünü anlatacaklar.
Tam tersini düşünün.
Aksine bu özelliklerinden dolayı yaptıkları işlerde hep geriye dönüp geçmişi sorgulamaları onları yerinde saydırmakta ve yeteri kadar hızlı olmamalarına sebep olmakta.
Ben kendi adıma böyle bir yola baş koydum.
Bakalım başarılı olur muyum, olmaz mıyım bilemiyorum ama en azından denemiş olurum.
Yapmak istemesem de doğru yolun bu olduğunu biliyorum.
Mükemmel olmaya çalışmayacağım.
Yeni fikirler, yeni atılımlar, yeni dostluklar tabi ki hep olacak hayatımda ama hiçbir zaman bunların en mükemmelini aramayacağım.
Mükemmelliyetçiliğin hayatımı kabus haline döndürmesine izin vermeyeceğim.
Farketmeden de olsa sürekli mükemmel olmaya çalışmak insanı depresyona sokup, hayatını felç edebilmekte.
Bence hayatınızı doya doya istediğiniz gibi yaşayın.
Dünün asla geri gelmeyeceğini, yarının da belki hiç olmayacağını bilerek…
FF
Mukemmelliyetcilik aslında her insanın farkında olmadan beslediği bir duygudur; velakin kimse bilmez ki her insan kendi içinde farklı mükemmellikler beslemektedir. Kimi insanın is hayati “mükemmel” iken özel hayatı değildir; kimisinin de ozel hayati “mükemmel” iken is hayati olmayabilir. Peki mukemmeliyetciligin tanımı tam olarak nedir?